KÖYDE SPOR
Köyde spor deyince, köyde spor mu olur demeden edemiyor insan. Fakat biraz düşünüp, birazda geçmişe doğru bir yolculuğa çıktığımızda köyde yapılan sportif faaliyetlerin hiç de azımsanmayacak durumda olduğu ortaya çıkıveriyor. Nasıl mı? Bir bakalım eskiden köyde ne tür sporlar yapılıyormuş:
Güreş:
İlkönce ata sporumuz güreşle başlayalım. Köyde büyüyüpte karakucak güreşi yapmamış insan pek yoktur herhalde. Erkek çocuklar daha 6-7 yaşlarında büyükleri tarafından bir birleri ile güreştirilmeye başlanırdı. Onları seyretmek büyükler için bir eğlence, küçükler için ise gücünü ortaya koymanın, yarışma heyecanını yaşamanın, kazanmanın verdiği mutluluğu tatmanın, kaybetmenin verdiği hüznün yaşandığı bir tecrübe olurdu. Bu tür küçük müsabakalarda kendini gösterme fırsatı bulan ve yeteneği anlaşılan çocuklar biraz daha büyünce artık daha büyük müsabakalara katılma imkanı da bulabilirdi. Örneğin köy düğünlerinde yapılan güreşler bu konuda önemli bir fırsattı. Tabî ki her düğünde güreş müsabakası olmazdı. Fakat ara sıra da olsa hali vakti yerinde olanların evlenme veya sünnet düğünlerinde çevre köylerden gençlerin de katıldığı güreş müsabakası tertip edilirdi.
Bunun dışında bazı yılların bahar ayında yöresel güreş müsabakaları da olurdu. Mesela yakın zamana kadar yapılan Çardak Yağlı Güreşleri. Ara sıra yapılmış olan Kozçeşme Yağlı Güreşleri gibi etkinlikler de köy gençleri için bir fırsat olurdu. Yağlı güreşlerde baş pehlivanlara gelinceye kadar bir çok alt kategoride güreşler yapılırdı. Güreşe yeteneği olanlar, bu kategorilerde başlayıp yavaş yavaş kendilerini geliştirir ve üst kategorilerde güreşmeye başlardı.
Şimdi artık bu geleneğimiz neredeyse kayboldu. Ne karakucak, ne de yöresel yağlı güreş müsabakaları kaldı. Güreş sporu neredeyse sadece profesyonellerin yaptığı bir spor dalı haline geldi.
Köylülerimizden bu sporu profesyonel olarak yapan ve büyük başarı kazanan ilk kişi Mehmet Avcılar’dır.
Binicilik:
Günümüzden 50 yıl öncesine kadar at köylüler için vazgeçilmez bir ulaşım ve üretim aracı idi. Köylü tarlasını ekebilmek için at, öküz, inek, manda gibi hayvanların gücünden yararlanmak zorunda idi. Bu nedenle hali vakti uygun olan aileler evlerinde at beslerdi. At aynı zamanda iyi bir ulaşım aracı idi. Bu da bir çok köy çocuğunun daha küçük yaşlarda atla tanışması ve at binmeyi öğrenmesi anlamına geliyordu. Esas itibarıyla bir ihtiyacın giderilmesi amacıyla yapılan at binme aynı zamanda bir spor dalıydı. Güreşte olduğu gibi, at yarışları düzenlenen düğünler de olurdu. Bu düğünler köy gençleri için hem atlarını, hem de binicilik yeteneklerini göstermek için bir fırsat olurdu. Bazen ilçe veya il çapında düzenlenen at yarışları da olur, bu yarışlara oldukça profesyonel atlar katılırdı. 60’lı yıllarda başlayan tarımda makineleşme ile atlarda, binicileri de ortadan kayboldu. Artık onları sadece hipodromlarda görebiliyoruz.
Köyümüzden rahmetli Mazhar İlhan da gençlik dönemi olan 1940 ve 1950’li yıllarda düğünlerde, il ve ilçe çapında yapılan yarışlarda bir çok başarılar kazanmış iyi bir biniciydi.
Avcılık-Atıcılık:
Tüfek köylüler için vazgeçilmez bir araçtır. Bu tehlikeli alet ile bir yandan canını, malını, mülkünü, hayvanlarını korurken diğer yandan da avcılık yapar. Böylece hem evinin iaşesine katkıda bulunur hem de spor yapar ve eğlenir. Bu nedenle hemen her köylünün evinde bir tüfek bulunur. Kimi zaman ekinine, mısırına, bostanına zarar veren yaban domuzu avlar, kimi zaman bıldırcın, yelve… Ama kış gelince, hele hele bir de kar yağınca durum biraz değişir. Kar her yeri kapatınca karada yiyecek bulamayan ördek, kaz gibi göçmen kuşlar sulak alanlara akın ederler. Bunu bilen köylüler de önceden su kenarlarına ağaçtan küçük kulübeler yaparlar ve üzerini toprakla sıvayıp daha sonra da kurumuş otlarla kamufle ederler. Bu küçük kulübeye “güme” denir. Sonra içine bir soba kurup önlerindeki suyun içine müğre ördekleri bağlarlar ve başlarlar havadaki ördeklerin, kazların gelmesini beklemeye. Dışarıda kar, tipi, içeride yanan sobanın verdiği sıcaklık ve kuru otların üzerine oturmuş arkadaşların derin sohpetleri. Derken suya inen ördeklerin, kazların çıkardığı sesler ve arkasından patlayan tüfekler. Eve gelen kazların ve ördeklerin temizlenip pişirilmesi ailece mutlukla tüketilmesi. Ördeğin yerini kimi zaman tavşan, kimi zaman, tahtalı, kimi zaman da gökçeli kuşları alırdı. Keklik ise zirai mücadele ile birlikte uzun zaman önce terk etmişti köylüyü.
Her zaman av olmazdı tabi. Kimi zaman kahvehanede başlayan iddiaların sonunda silahını kapan soluğu köyün arkasındaki çukurda alırdı. “Endah” denilen bu eğlencede havada uçuşan şapkalara atış yapılır, iddiaya girenler bir birlerinin şapkalarını deldiklerinde basarlardı kahkahayı. Mazhar İlhan, Refik Güzel gibi kimi keskin nişancılar ise şapkayı bırakıp havaya atılan parayı vurma yarışı yaparlardı.
Bu gün bir spor dalı olan avcılık-atıcılık 1980’lere kadar köylümüzün yaşamının bir parçasıyken şimdilerde neredeyse ortadan kalkmış durumda. Zira artık ne köylerde avcı ne de avlanacak yaban hayvanı kaldı.
Futbol:
Dünyayı kasıp kavuran futbol sporunun köyümüze girmemesi tabi ki mümkün değildi. 1960’lı yılların sonuna doğru köy ilkokulundaki öğrenciler futbol ile tanıştılar. Futbol topu bulmanın çok kolay olmadığı o dönemlerde patlak meşin topun içine ot, çaput ne varsa doldurulup ağzı bağlanır ve zevkle futbol onanırdı. Top biraz ağır olurdu ama varsın olsun. Gençlerin top oynama azminin önünde kimse duramazdı. Buna top oynamayı, haylazlık, kötü bir alışkanlık olarak gören ana ve babalar da dahil. Fırsat buldukları anda dibektaşı meydanına toplanıp, önce ayakla kale genişlikleri ölçülüp iki taş koyarak kalelerin yerleri belirlenirdi. Sonra iki takımın lideri ayak sayma işini başlatıp birbirlerine doğru yaklaşırlardı. İki kişiden hangisinin ayağı önce diğerinin ayağına değerse ilk oyuncuyu seçme hakkı onun olurdu. Sonra sırasıyla herkes oyuncularını seçer ve takım kurulur maç başlardı. Bağrış, çağırış derken zamanın nasıl geçtiği anlaşılmaz, maç biter yorgun ve çamur içinde herkes evinin yolunu tutarken, bir yandan da evde yiyeceği fırçayı düşünürdü.
Dini Bayramların bahar ve yaz aylarına geldiği yıllarda, bayrama gelenlerle birlikte daha güçlü takımlar kurulur, daha iddialı maçlar olurdu. 1980’lerde ise futbol aşkı daha da büyüdü ve köyler arası turnuvalar başladı. Güzel anılar bırakan maçlar oldu. Fakat artık o da bitti. Şimdi köydeki az sayıdaki gencimiz futbolu daha çok televizyondan izliyor.
Köyümüzün ilk profesyonel futbolcusu 70’li yıllarda Fenerbahçe formasını giyen İbrahim Ejder’di. Bulundukları şehirlerde amatör olarak futbol oynayan başka gençlerimizde var. Onları da sırası geldikçe sizlere tanıtacağız.
Derleyen
Site Yönetimi
02.03.2013