ÇINARDERE KÖYÜ-BİGA,
93 HARBİ DİYE BİLDİĞİMİZ 1877-1878 OSMANLI-RUS SAVAŞINDAN SONRA ÇINARDERE KÖYÜNE GELEN MUHACİRLER DEN EN YAŞLI VE EN SON KİŞİ OLAN MERHUM NAZIM SELVİNİN KISACIK HAYATINDAN KESİTLER.
MERHUM NAZIM SELVİ
Çınardere köyünün asırlık ve tarihi adamı Nazım Selvi 93 yaşında 12 Mart 2013 Çarşamba günü saat 15.00 de HAKK’ın rahmetine kavuşmuştur.Cenazesi 13 Mart Perşembe günü öğle namazına müteakip Çınardere Köyü mezarlığında toprağa verilmiştir.
Köyümüzün en yaşlısı, sevilen ve sayılan değerli büyüğümüz olan merhum Nazım Selvi’nin 93 yıla sığdırdığı yaşam mücadelesine şöyle bir bakalım.
21.08.1337 ( 1921 ) yılında Bulgaristan’ın Gabrova İli ,Sevliova kazası ,Bara köyünde çiftçi ana,babanın üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.Abisi merhum Ahmet İbiş,ablası merhume Zeynep (İbiş) Topal,Kardeşi Merhum Aziz İbiş ve küçük kardeşi merhume Binnaz(İbiş) Avcılardır.
Bara köyünde geçirmiş olduğu 4-5 yıl içinde dedesinin varlıklı olması sebebi ile iyi bir hayat sürmesine rağmen anavatan hasreti çekmekteydi.Aynı köyde beraber yaşadıkları Bulgar çocukları ile güzel günler geçirmesine rağmen zaman zaman kavga da etmekteydi. Yaşının küçük, bünyesinin zayıf ve çelimsiz olması sebebi ile bazen dayak yemekteydi. Ancak kendisini her zaman bu Bulgar çocuklarından koruyan ve onları her defasında döven Ali Paşa oluyordu. Böylece Ali Paşanın koruması ile bu veletlerden kurtuluyordu. Ali Paşanın, paşa lakabını almasının hikayesi ise kısaca şöyleydi.
Nazım Selvi’nin ninesi olan Seher ninem bu kişinin halasıdır. Ali (Halil)Atalay ,yine bir kavgada Bulgar kopillerinden Nazım Selvi’yi kurtardığı gün yeğeni olan Ali (Halil)Atalay’a ‘’aferin benim Paşa çocuğum‘’ der. Böylece Ali Atalay’ın lakabı Paşa olarak kalır ve 100 yaşına kadar bu lakap ile köyümüzde yaşar.
1917 yılında Nazim Selvi’nin dayısı olan Macir Mustafa (Atalay), Ali Paşanın babası Türkiye’ye göç eder. Bu tarihten sonra rahmetli Nazım Selvi’nin babası rahmetli İbrahim İbiş dayısı rahmetli Macır Mustafa Atalay’ın Anavatana göç etmesinden sonra Türkiye özlemi başlar. Öyle başlar ki yerinde duramaz her gün Anavatana nasıl gideceğini, Bulgaristan’dan nasıl kaçacağının hayali ile yaşar. Ve Memleket hasreti, memleket sılası onu daha da çok anavatana gelmeye zorlar. Çünkü Bulgaristan 1877-1878 savaşlarından sonra artık çekilmez bir hal almıştır. Bunun için yeni bir memleket daha doğrusu gerçek anavatanını arıyordu. Aklında fikrinde hep aynı özlem vardı;
MEMLEKET İSTERİM
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Bu düşünceler ile yaşamına devam eden babası İbrahim İbiş’e bir haber gelir. Kayın pederi Şerif Kırdar Türkiye’ye göç hazırlıklarına başlar. Önce yerleşim yeri bulmak için 1925 yılında damadı Merhum İbrahim İbiş ile beraber akrabalarının yaşadığı Balıkesir ilinin Susurluk kzasının Karapülçek köyüne gelirler. Köyü gezen ve tanıyan Babası İbrahim İbiş ertesi gün dayısının yaşadığı Biga’nın Çınardere köyüne gelir ve orada konaklar. Burasını çok beğenir, çünkü ziraat yapmaya çok elverişli bir yerdir ve kararını verir. Mutlaka ve mutlaka Anavatana göç edecektir. Dört erkek kardeş için Çınardere Köyünden arazi alır, kaporayı verir ve kayınpederi Şerif Kırdar ile Bulgaristan’a dönerler. Kararı kesin olmasına rağmen annesi Seher İbiş çocuklarının Türkiye’ye gitmesine izin vermez. Ancak oğul İbrahim kesin kararını vermiştir ve annesinin sözünden çıkmayı gözüne alarak Türkiye’ye dönmesini ısrarla annesine söyler. Gün gelir hazırlıklar başlar ve 1926 yılında kayınpederi Şerif Kırdar’ın ailesi ile beraber geri de yaşlı anne baba ve yedi kardeşini bırakarak Türkiye’ye hareket ederler.
Uzun, zor ve meşakkatli bir yolculuk için Şumnu Sancağına bağlı Sevliova kasabasının Bara Köyünden kafile yola çıkar. Araba yok, tren yok, bugünkü ulaşım ise hiç yok. Yanlarında kağnı arabası onu çeken iki öküz ve bir köpek, ikisi kız üçü erkek beş çocuk ve anne Fatma, baba İbrahim aynı arabada. Diğer arabada ise kayınpederi İbrahim Kırdar ve ailesi vardır. Onların arabası biraz daha kalabalık, dokuz çocuk ve anne baba olmak üzere 11 kişilik Kırdarlar ailesi. Tekirdağ -Sevliova-Bara arası 415 km dir. Bugün araba ile 7 saat mesafededir. Gel gör ki 1926 yılında yolculuk 7 saat değil zor, yorucu ve meşakkatli koşullarda günlerce sürer ve iki kağnı arabası Tekirdağ üzerinden deniz yolu ile Karabiga’ya varır. Arabaların ve içindeki akrabaların ayrılma zamanı artık gelmiştir. Merhum Nazım Selvi’nin ailesi, Karabiga-Susurluk kenarından Biga ve 18 km.sonra Çınardere köyüne, dedesi Şerif Kırdar’ın ailesi de Karabiga-Bandırma, Susurluk üzerinden Karapülçek köyüne hareket ederler. Araba akşama doğru ancak köye gelir. Köydeki heyecanlı bekleyiş sonunda mutluluğa döner. Tüm akrabalar o akşamı sevinç içinde geçirirler. Artık korkulacak bir durum kalmamış kafile emin ellere ulaşmıştı.
1926 yılında 5 yaşında iken 4 kardeş ile beraber köyümüze yerleşen Merhum Nazım Selvi okul zamanına gelene kadar çobanlık yapar. 1928-1929 yılında Balıklıçeşme ilk okuluna başlar. O günlerde köyümüzde okul olmadığından 3 km. uzaklıkta olan Balıklıçeşme nahiyesine yürüyerek gider. Çocukluğunun getirmiş olduğu haylazlık ve mesuliyetsizlik ile günlerde okula gitmeyip, kuş avladıkları, oyun oynadıkları için 3 yıllık okulu maalesef 7 yılda bitirerek 1936-1937 ders yılında 84 Nolu İlkokul diplomasını almaya hak kazanır.
İlkokulu 1936-1937 yılında bitirmeyi başaran merhum Nazım Selvi, askerlik zamanına kadar babasının yanında çiftçilik, bağcılık ve gündelik işleri ile uğraşır. Bazen civar köylere gündelikçi olarak, orak biçmeye ve tarla çapalamaya ve ürün toplama işlerine gider.
Yaşı ilerler ve 1941 yılında askerlik görevi için Çanakkale Gelibolu 3.Tabur Talimgah.10 Bölük birliğine katılır. 1942 yılında 2. Piyade alayından Askeri Posta Erbaş diplomasını 2. Piyade Alay Komutanı yüzbaşı İmre Yurd’tan alır ve askerliğe usta olarak devam eder. O yıllarda bazı güvenlik ve savaş riski nedenlerinden dolayı 5 yıl askerlik yapar. Görevinden1945 yılının sonunda onbaşı olarak terhis olduktan sonra köyüne döner .Daha sonra 10.04 1943 yılında Sabriye Bilgin inişanlanır ve le evlilik hazırlıklarına başlanır. Kendisi 25 yaşındadır. Eşi ise daha 16 yaşında dır. Beypınar köyünden ve ünü İstanbul da duyulmaya başlamış olan Topal hoca lakaplı Süleyman Bilgin’in kızı Sabriye Bilgin ile 03.05 1945 yılında o yıllarda ki Muhtarımız Mustafa Güzel’in kıydığı nikah ile evlenir. Bu evlilikten 1946 yılında Behsat (Recep ),1949 yılında Orhan ve 1951 yılında da Yıldırım Beyazıt dünyaya gelir.
Askerlikten döndükten sonra köyde berberlik ve kahvecilik yapar. Bu işini 1957 yılına kadar devam ettirir. 1954 yılında kayınpederi Süleyman Bilgin’in İstanbul’a gitmesinden 3 yıl sonra 1957 yılında ailesi ile beraber İstanbul’a göç eder.İstanbul’da bir müddet berberlik yapar ve daha sonra kahvecilik sanatına devam eder.
1960 ihtilaline kadar Aksaray-Davutpaşa semtinde ikamet ettikten sonra Zeytinburnu semtine taşınır. 1960-1961 yılına kadar Zeytinburnu semtinde oturur ve aynı semtte kahvecilik işine devam eder. 1957-1961yılları İstanbul da yokluk, zorluk ve ihtilal korkusu ile yaşar. Ev yok, para yok, zahmet ve yokluk çok. Çocuklarının ve ailesinin geçimi için çok zor günler geçirir. Parasızlık ve evsizlik ve geçim derdi ile zorlanan ve zor günler geçiren ancak yılmayan merhum Nazım Selvi sık sık ev değiştirmek zorunda kalır. Aslında bu durum tüm kiracılar için o günün koşullarında zaten normal sayılıyordu.Hayatının en zorlu günlerini geçiren ve üç çocuk beş kişilik aileye bakmak öyle zordu ki aldığı günlük 5-10 TL.geçimini idame ettirmekte hayli zorlanır. Ama hiç yılmaz veya öyle görünmek zorunda kalır. Borç harç alarak günlerini geçirmeye devam eden ve diğer tarafta okuyan üç çocuğuna iaşesini ve okul masraflarını tedarik etmek yaşamını zorlaştırır ama yine de şikayet etmez. Kendisi çevrede son derece sevilen ve saygı duyulan biriydi. Kimseye zararı olmayan, herkese yardım eden bir kişiliği olduğu için borç almakta ve ödemekte hiç sıkılmıyordu ve hiç kimse onu borçtan ötürü sıkmıyordu. Hatta kendisine zor günlerinde istemeden borç para veriliyor ve işlerinin yapılmasını kolaylaştırıyorlardı. Bu da onun yaşamı için bir moral kaynağı oluyordu.
1961 yılının ortalarına gelince çalıştığı kahvede bir müşterisi K.Çekmece-Kanarya semtinde evini satmak isteyince merhum Nazım Selvi bu evi almak ister.Ancak 3000-4000 TL sının olmadığı için evi almakta zorlanır. Evinde ve kolunda ki saati, radyosu, sırtında ki paltosu, eşinin bir-iki bileziği satılır. Ancak yine bu miktarı denkleyemez. İşte o günkü insanların yardımlaşması devreye girer ve kahvedeki müşterilerin yardımları ile borçlanarak bu evi almaya çalışır ve bu yardımlarla Kanarya da ki evi alınmış olur. Artık Selvi ailesi kiradan kurtulmuş olur. Fakat iş bununla bitmez. Para yok, borç çok. Aldığı maaş ise günlük ve çok az. Ama yapacak başka bir şey de yok. Çalışmaya ve borç ödemeye devam. Parasızlık kışın daha da belli olur. Odun alacak gücü kalmaz. Çünkü borçlar ödeniyordu. Yine yardımına müşterilerinden odun satan bir arkadaşı yetişir. Kendisine her akşam bir çuvala yakın odun verir ve istediği zaman ödemesini teklif eder. Böylece her akşam odun çuvalını sırtına vuran merhum Nazım Selvi Zeytinburnu’ndan Kanarya da ki evine gece saat 23.00-24.00 arasında sırtındaki çuval dolusu odunları getirir. Bu meşakkatli ve zor olan taşımayı sırf çocuklarının üşümemesi ve sıcak bir yuvada huzurlu olması içindir.
1975 yıllarına kadar Zeytinburnu’nda çalışan merhum Nazım Selvi emekli olduktan sonra Kanarya da ki kahvehanede çalışmaya devam eder. Öyle sevilir ki Zeytinburnu’ndan çay içmeye müşterilerin geldiği çok olur. Hayatı bin bir güçlüklerle ve zorluklarla geçmesine rağmen doğruluktan, inançtan ve inanmaktan, efendilikten ve saygıdan ödün vermeden hayatına devam eder. Kimsenin malında,mülkünde, parasında, mevkiinde, namusunda gözü olmadan yaşamını devam ettirir. Hayatında hep işten eve, evden işe gider. Hiç bir lüksü olmamıştır. Hayatında hiçbir lokantada keyfi yemek yememiş, hiçbir eğlence mekanına gitmemiş ve hiçbir zaman adaya, modaya ve gezilere katılmamıştır. Olanla geçinmeye çalışmış, hiçbir zaman yokluktan şikayet etmemiştir. Her zaman Allah’a güvenmiş, ona sarılmış ve gelene şükretmiş, gelmeyene sabretmiştir.. Hayatı boyunca harama el uzatmadığı gibi gözü ile de bakmamıştır. Çocukla çocuk, büyükle büyük olmuştur. En sevindiği olay ortanca oğlu olan Orhan Selvi’nin Üniversiteyi bitirerek Makine Mühendisi olmasıydı. Çünkü gerek eşinin ve gerekse kendi ailesinde ilk defa Üniversiteyi bitiren kendi oğluydu. Bu başarı kendisinin 93 yılda çektiği zahmetin bir şükrüydü. Diğer taraftan en acılı ve her zaman bizlere üzüntü ve kahrederek anlattığı ve benimde defalarca şahit olduğum 1961 yılında annesi merhume Fatma İbiş’in cenazesine katılamamasıdır. Ve ölümünde dahi cenazeye gidememesi ve yüzünü görememesidir. Sebebi ise tek kelime ile parasızlıktı. 1961 yılında ölüm haberini Zeytinburnu’nda çalıştığı kahvenin önünde beraber almıştık. O günkü koşullarda bugünkü gibi arabamız yoktu.Bu günkü gibi parasal durumumuz hiç yoktu.Zaten aldığı günlük 10-15 TL. eve yetmiyor ve borç ödüyordu.Yol parasını nereden bulacaktı.Bulsa da araba her an şimdiki gibi yoktu.Böyle olunca da çok sevdiği canı,ciğeri,biricik anasına kavuşamadan ,sevgi ve üzüntüsünü bağrına ,kalbine ciğerine dağlayarak sakladı.Bu acısını kendisi gibi bende unutamadım.Zaman zaman bu acıyı beraberce konuşur ve yaramızı deşerdik.Hatta vefatından 5-6 ay önce yine bu acısına ortak olmuş ve anasını resmini kendine gösterdiğimde beraberce bir daha o hüzünlü günü ,anasının ölüm günün yaşamıştık.
1991 yılına geldiğimizde içindeki dayanılmaz ecdat hasreti, ana-baba toprağı ve aşkı, köy sevgisi, memleket özlemi içinde yüreğinde bir depreşme, bir coşku başlamıştı.1985 den beri hatıralarında ve gönlünde köyüne dönme, sıla hasretine son verme, baba-ana ocağına kavuşma sevdası olmuştu. Her ne kadar sevgili eşi o günlerde köye yerleşmek istemese de (Daha sonra ki yıllarda eşi de köye yerleşmeyi çok istedi ) 1991 yılında büyük oğlu Behsat ile beraber baba ocağına 34 yıl sonra geri döndü. Dönmesi de aslında çok çok iyi oldu. Çünkü emekli olmuş, oğulları evlenmiş. İşleri güçleri çok iyiydi. Artık merhum Nazım Selvi’nin meşakkatli, zor, zahmetli, üzüntülü günleri geride kalmıştı. Bundan sonra 23 yıl yaşadığı, çocukluk günlerini geçirdiği,ana-babasının huzur içinde yattığı topraklarda eski günleri hatırlayacak ve o günlerin coşkusu ile hatıralarını canlandıracaktı. Hiç olmazsa hayatının son günleri belki de en mutlu günleri olacaktı.
Köyümüze yerleştikten sonra güzel, huzurlu bir hayata başlamış, sevgili hayat arkadaşı Sabriye Selvi ile bahçesinde ürün yetiştirmeye, kümesindeki tavukları ile ilgilenmeye başlamışlardı. Hayatları dolu dolu mutluluk içinde geçiyordu. Namazını kılıyor, Allah’a ibadet ediyor ve şükrediyordu. Çünkü 1991 yılına kadar hiç rahat yüzü görmemişti. Hep geçim derdi, hep çocuk büyütme telaşındaydı. Şimdi o zor, meşakkatli, borç, harç alma durumları çok gerilerde kalmış ve eşi ile beraber emekli maaşı alarak huzur, güvenli, kimseye muhtaç kalmadan bir yaşam sürüyordu.Bu arada içine Hacca gitme isteği doğmuş ancak bir türlü gidemiyordu. Gerekli birikimi yoktu. Bu isteğini de oğulları ve gelinleri karşılamışlar ve gerekli işlemleri tamamlayarak kendisinin de katkıları ile 1997 yılında o güzel ve ulvi görev olan HAC Farzını yerine getirerek Mekke ve Medine’ye gitmiştir.
Yıl 2007 yılına geldiğimizde bugüne kadar doktor yüzü pek görmeyen merhum Nazım Selvi rahatsızlanarak önce Biga Devlet Hastanesine daha sonra Çanakkale Devlet Hastanesine yatırılır. Yapılan tetkikler neticesinde midesinden ve safra kesesinden ameliyat olması gerekmektedir. Bugüne kadar hastane nedir bilmeyen merhum acilen mide ameliyatı olması gerekmektedir. Ancak doktorun belirttiğine göre kurtulma ümidi %5-10 arasındadır. Aslında doktorun ameliyata pek sıcak bakmadığını bizi zorlamasından anladım. Çünkü kurtuluş umudu yoktu. Yinede üç kardeş imza vererek ameliyatın olmasına destek verdik. Ameliyat başında ve sonunda Allah’ımıza sığınarak bu ameliyatın başarılı geçmesini ve hiç olmazsa 3-5 sene daha babamızın yaşamasını dualarımız ile istedik. Bizlere hep vasiyeti 1961 yılında ölen annesi Fatma İbiş ile 1970 yılında ölen babası İbrahim İbiş’in yanına ve başucuna gömülmesini istiyordu. Vasiyeti ise ,
Eğer ölürsem buralarda.
Eğer benim için ağlayan biri varsa başucumda.
Eğer ölürsem buralarda.
Vasiyetimdir
beni götürsünler doğduğum topraklara.
Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar.
Başucumda biten yediverenler, aşıklar koklasınlar.
Ameliyat sonucunda Yüce Rabb’imiz babamıza bir ömür verdi ve doktorumuzda mideyi tamamen temizlediğini bu arada safra kesesini de aldığını ve zamanında ameliyat ettiğini belirtti. Merhum Nazım Selvi bir zaman için kurtulmuş ve aramıza tekrar hoş gelmişti.
Aradan 7 yıl gibi bir zaman geçti. Sağlığı her geçen gün iyiye gitmiş huzurlu ve mutlu bir yaşam sürüyordu. Ara sıra doktoru bizi gördüğünde, babanız nasıl, yaşıyor mu diye sorduğunda, evet, sağlığı çok iyi dediğimizde, o da hayret etmekteydi ameliyattan sonra yedi yıl daha yaşadığına. Ama Yüce Rabb’imiz dualarımızı kabul etmiş ve babamızı bizlere bir müddet daha bağışlamıştı.
Köyümüzün en yaşlı ve saygıdeğer olması, kendisini tüm dostlarına sevdirmişti. Rahmetli babam bana daima 100 sene önce vuku bulan Çeçen göçmenleri, Bulgaristan Muhacirleri ve Yugoslavya –Arnavut göçmenleri hakkında tarihi bilgiler, öyküler aktararak köyümüzdeki tüm etnik kökene sahip atalarımız hakkında en gelişmiş ve doğru bilgileri verdi. Dolayısı ile beni ve bizleri aydınlattı. Onun anlattığı tüm köyümüzde yaşayan ailelerin soyağaçlarını ve köyümüzdeki etnik kökenli muhacirlerin nereden, ne zaman ve hangi şehirden, kasabadan ve köylerden geldiklerini anlatarak bizleri her zaman aydınlattı ve onun sayesinde ilk ağızdan tüm bilgileri öğrenmiş olduk.
Her geçen gün sağlıklı olmasına rağmen yaşı ilerliyordu. Doğum Rumi 1337 yani Miladi 1921 idi.Aradan 93 yıl geçmişti. Bulgaristan’dan anavatana göç edeli 88 yıl olmuştu. İstanbul’dan da köyüne, baba ocağına, ana kucağına, tüm akrabaların yanına döneli 34 yıl olmuştu. Artık sevdiği topraklarda, 88 yıl önce Anavatana gelen dostlarının bulunduğu yerdeydi. Toprak onun, mezarlık onun, rahmetli olan tüm sevdiklerinin anasının, babasının, abisinin, kardeşlerinin ve bacılarının yanındaydı. Hepsini bu alemden ebedi aleme yolcu etmişti. Şimdi çok huzurluydu. Çok mutluydu. Bu alemde hasret artık bitmişti. İbadetini son günlerine kadar elinden geldiğince yapıyor, yapmaya çalışıyordu.
Artık son günlere geleceğini sanki tahmin ediyormuş gibi her fırsatta anneme Orhan ne zaman gelecek diye sorar ve beni telefonla arar, sitem dolu sözlerle ,hani ne zaman geleceksin derdi.Bende kendisine daha bir ay olmadı ne yapacaksın beni ağbim yanında ya der ve şakalaşırdık.Ama her arayışında aynı sözler,aynı espriler aramızda olur ve bundan da hiç alınmazdık.
Tabi bu isteği ve arzusu benim için bir görev,bir emir olur ve bir iki gün içinde kendisine haber vermeden karşısında belirir ve hayret ederek hasret ve özlem dolu bir sevinç içinde birbirimize sarılırdık.Sanki bir ay değil yıllarca beni görmemiş edası ile uzun uzun bana sarılırdı.kendisine beni ne zaman geri göndereceksin dediğimde bile hiçbir zaman derdi.Peki ! benim evim var,bir eşim var ve çocuklarım var onlar ne olacak,bana ihtiyaçları yok mu dediğimde ise ,Olsun ! Çocukların anası başında gelinim onlara bakar der sanki her şey halledilmiş inancı ile rahatlardı.Ama seninde eşin oğlun Behsat yanında niçin beni istiyorsun ,beni de eşim ve çocuklarım ister dediğimde de haklısın oğlum ne zaman dönmek istersen o zaman dönersin derdi.Ama ayrılma zamanı gelip çattığın da ise nereye oğul.Ben şimdi ne yapacağım.Ne zaman geleceksin diye daha ayrılmadan gelecek günleri sorardı.
Bu hadiseler böyle yıllarca devam etti.Gelişim bir olay,dönüşüm bir olaydı.Nasıl olmasın ki kendisi ile aşağı yukarı ilk okul 4. ve 5. sınıftan beri her şeyi,her zorluğu her derdi ,her üzüntü ve sevinci kesinlikle paylaşıyor,onun derdi,problemi benim,benim derdim ve üzüntüm onun oluyordu.Bir birimizin derdini,problemini,iyisiyle kötüsüyle beraber paylaşıyor ve çözüme kavuşturuyorduk.
Yıllar köyde güzel ve mutlu geçiyordu.Ameliyattan 7 yıl sonra babamın mezarlığa gidip annesini babasını ve gelinini dolaşması sıklaşmıştır.Bazen köyde olduğumda beraber gidiyor anasının ve babasının mezarlarının üzerindeki yabacı otları,çalılıkları temizliyor ve yorulunca da bir kenara oturuyor ,onlarla dertleşiyordu.Her geliş ve gidişinde hüzünlü ama mutlu oluyordu.Gerek abime ve gerekse bana içindeki Vasiyeti tekrarlıyordu.Eğer ben ölürsem ,öylede görünüyor. Beni şuraya, evet şuraya, anamın babamın ayakları ucuna gömersiniz diye söz alıyor ve yatacak yerini de gösteriyordu.Yanına da 70 yıllık sevgili hayat arkadaşını,eşini ve her şeyi olan annemi istiyordu.Ve böylece ziyaretler ,mezarlık temizliği diyerek son günlere yaklaşıyordu.Hatta 1-1,5 km.uzakta olan ve her gün ekmek almaya gittiği köye de gidemez oldu.Aslında yavaş yavaş gidiyordu ama, biz istemiyorduk gitmesini..Çünkü Bursa-Çanakkale oto yolunu geçerek karşı tarafa gitmesi gerekiyordu.Bu ilerleyen yaşında yolun karşı tarafaına geçerken bir kötü olayın yaşanmamasını istiyor ve açıkçası korkuyorduk.Bunun yerine aynı görevi abim Behsat yerine getirmeye başladı.
Bu arada ameliyattan 7 yıl sonra kullandığı ilaçları da zaman zaman kullanmamaya başladı.İyi olduğunu söylüyordu.Hakikaten kendisi son derece iyi,ve sağlıklı görülüyordu.Bahçeyi kazıyor,temizliğini yapıyor,çeşmeden su getiriyor,ibadeti için camiye gidiyordu.Yani kısaca her şeyi yavaşta olsa iyi yardımsız yerine getiriyordu..Ve hiç bir negatif durumu yoktu.Taki o son güne kadar.
Bir gün saat 07.00-07.30 civarıydı .Günlerden pazartesi.Tarihlerden 10 Mart 2014.Yani bir yıl evveldi.Telefonun ucunda abim Behsat.Orhan acele köye –Biga’ya hastaneye gel.Babama felç geldi şu anda ambulans ile hastaneye geldik.Hemen hareket ederek ilk araba ile Gelibolu ve oradan Biga Devlet hastanesine saat 15.00 civarında yetiştim.Babam yarı uyanık ,yarı uyur vaziyette yatıyor.İçeri girer girmez babama sanki can geliyor.Rahatlıyor.Neşeleniyor.Gülmeyen yüzünde tebessümler peyda oluyor.Aynı yerde yatan hastalar ;Baban biraz önce abine söyleniyor,şimdi sen gelince neşesi yerine geliyor,siniri ve bağırması yok oluyor.Abim de zaten Orhan gelince babam da asabiyet kalmaz,yumuşar ve neşelenir demiş.Öyle de oluyor hani.
Babamla konuşmaya çalışıyorum,onu oyalıyorum,uyumamasını sağlamaya çalışıyor ve şaka yollu bazı olaylar anlatıyorum.Bana kızamıyor,beni üzmemeye her zaman olduğu gibi gayret ediyordu.Elimi eline alıyor sıkıyor sıkıyor ve seviyordu.Sabahleyin olay şöyle olduğunu abim anlattı.Annem dışarıdan odun alıp geliyormuş.Babam sıcağı çok severdi.En güzel havada dahi üşürdü.En büyük hobisi ,ısınmak için odun kırmak ,onları sobaya doldurmak ve çok sıcakta oturup ısınmaktı.Bu da yetmiyordu sanki ayaklarını sobanın üzerine koyar, ta ki ayağındaki çorap yanana kadar ısınırdı.O günde öyle olmuş,ayağını uzatmış ve ısınırken sandalyeden yere düşerek başını yere çarpıyor.Annem içeri girdiğinde babamı yerde görür ve kaldırmak ister ,ama nafile kaldıramaz.Hemen abime telefon eder ve geldiğinde babamın sol tarafının hareket etmediği görülür.Anlaşılır ki sol tarafına felç gelmiş,yani beyne giden damarların birinde kan pıhtısı oluşuvermiş.
O gece abim eve gidiyor yanında refakatçi olarak kalıyorum.yemeğini az da olsa yediriyorum.Ama zor yedi ve suyunu zor içti.Bilinci azalmaya başladı.O gece yerini başka tek kişilik odaya değiştirdik.Saat 20.00 civarına geldiğimizde bilinci her dakika daha azalmış benimle konuşamıyordu.Sadece işaretle anlaşabiliyorduk.Bu arada suyu da istediğim gibi içemiyordu.Abimi evden geriye çağırdım.O gece beraber kaldık.Babam sabaha kadar elimi hep tuttu ve öyle uyuyordu.Bazen bilincini test etmek için elimi çekince işaretle yine elimi istiyor ve rahatlayarak uyumaya çalışıyordu.Ertesi günü sabah,öğlen ve akşam aynı şekilde el ele tutunarak geçirdik.Bu arada yemeğini yiyemiyor,suyunu içemiyordu.Sadece çay verdiğimde onu kaşıkla içmeye çalışıyordu.Zaten çayı severdi.Neyse ki onu içmesi bile beni huzurlu ediyordu.
11 Mart 2014 Salı günün gecesi daha da hareketleri ve bilinci azaldı.Yeme içmesi kesildi.Boğazındaki hırıltı kesilmedi ve devam etti.Bu hırıltının olması iyi anlamında değil,artık can boğaza geldiği,sona yaklaşıldığı ve hesaplaşmanın olduğu zaman idi.Bu hadiseyi rahmeti amcamın hasta yattığı zamandan biliyordum.O da hırıltısı kesilince Hakk’a kavuştuğuna şahit olmuştum.Akşam doktor geldi ve yarın taburcu olacağını 5 gün sonra tekrar gelmesini ve ilaç tedavisinin yapılacağını ama hastanın yaşlı olmasından dolayı ameliyatı kaldıramayacağını bizlere söyleyince durumu anlar gibi olduk.Yapılacak bir şey kalmamıştı.En iyisi onu hastane köşelerinden almak köyüne götürerek evinde ,eşinin ,çocuklarının ve dostlarının yanında bulunması daha iyi olacaktı.O gece sabaha kadar,hareketsiz,kendinden geçmiş hisleri bitmiş,bilinci yok olacak kadar azalmıştı.Artık beni fazla duymuyor,tepki vermekte çok zorlanıyordu.
12 Mart 2014 Çarşamba saat 08.00 – 08.30 arasıydı.Sabah doktor geldi muayene için gözlerini araladı,nabzına baktı.Akşam bende bir ara gözlerini aralayıp doktor gibi bakmıştım.Gözleri kıpırdamadan tek tarafa manasız,anlamsız,hareketsiz ,soluk ,feri gitmiş öyle bakıyordu.Anlamıştım az bucuk bu bakışın iyi olmadığını.Aynı olayı doktorda tespit etmişti.Doktora; Söylermisiniz durumu nasıl? Ama gerçeği söyleyin deyince cevabı.Allah’tan ümit kesilmez ama kritik dedi.Durum sabitleşmişti.Yapılacak bir şey kalmamış,sona gelinmişti.İstediğim babamın yatalak olarak ızdırap çekmemesi idi.Babamı Saat 11.00 de ambulans ile eve getirdik.Kendisine serum bağlandı.Ve sessizce uyumaya devam etti.Öğle saati geldi.Dayım Enver Bilgin namazdan sonra bize uğradı.O arada komşumuz ve akrabamız Mahmure İbiş bir Yasin okumuştu.Dayımda bir Yasin okuduktan sonra evine giderken bana;Sakın babanın yanında ayrılma,farklı bir şey görürsen,Ezan ve kamet getir demişti.Ben ne olur ne olmaz diyerek kamet ve ezan okudum.Kelime-i Şehadet getirdim.Sonra öğle namazını kılarak başucunda Yasin-i Şerif okumaya başladım.Babamın hırıltısı 8-9.ayete gelince kesildi OH.babam rahatladı dedim.11-12.Ayete gelince babamda hiç ses yoktu.Yüzüne baktım.Derin ve huzurlu bir uykudaydı.Nefesini ve hırıltısını kendisine yaklaşmama rağmen duyamadım.Nabzına baktım hissedemedim.Annem mutfakta yemek yapıyordu.Ona seslendim.Anne! Babam rahatladı.Bir bakarmısın.Geldi.baktı ve bana .Başımız sağ olsun Baban RABB’ine kavuştu.Çok şaşırmıştım ben hala öldüğüne inanamadım.Çünkü öyle bir ölüm ki sessiz,sakin,ve kıldan yağ çeker gibi hissettirmeden Mevlasına kavuşmuştu.
Hemen dayımı ve abimi aradım.daha sonra dayımın Sela vermesini istiyordu.Çok güzel bir şekilde dayım selasını okudu.Ve böylece dayıma ‘’’ SELAYI ‘’’okutmakla ilk Vasiyetini yerine getirmiş olduk.Daha sonra cenaze işlemlerine başladık.o gece evde misafir olarak kaldı.Ertesi sabah yani 13 Mart 2014 Perşembe günü eş dost gelerek gerekli cenaze yıkama işlemleri ve cenaze namazı kılındı.Ve daha sonra da 2.Vasiyeti olan ‘’’ BENİ ANAMIN BABAMIN AYAKLARI UCUNA GÖMERSİNİZ.''' isteğini yerine getirdik.
Bugüne kadar hiç kimsenin cenaze yıkamasında bulunmadım.Ama babamı yıkarken yanında oldum.Kendi ellerim ile yıkadım,sabunladım,kuruladım.Yüzüne baktığımda öyle güzel bir yüzü vardı ki sanki 93 yaşında değil,40-50 yaşlarında imiş gibi bir çehresi vardı.Sanki gülüyor,sessiz,huzurlu,mutlu ve ölmemiş gibi duruyordu.cenaze namazı ve defin işlemlerinde tüm ailesi,sevenleri,dostları,komşuları ve hemşerileri hep oradaydı.Kendisinin çok arzu ettiği gibi Mevlid-i Şerif yapıldı ve Mevlid yemeği verildi ve daha sonra dualarla Rabb’inin huzuruna yolcu edildi.Böylece 3 cü arzusu olan ‘’’ Benim için MEVLİD-İ ŞERİF ve HAYIR YEMEĞİ ‘’’ verilmesini Vasiyet etmişti.Ve o vasiyeti de yerine getililmiş oldu.
Canım babam.Vasiyetlerini ailen olarak yerine getirdik.Bundan sonra da İnşallah istediğin tüm isteklerini yapmaya çalışacağız.Sen rahat ol.Huzurlu ol.MEKANIN CENNET,KOMŞUN HZ.MUHAMMED olsun.
Şu sözü hiç ama hiç unutmadım ve uygulamaya çalıştım.
ANA BABASI YANINDA İHTİYARLADIĞI HALDE,( RIZALARINI ALAMAYIP ) CENNETİ KAZANAMAYANIN BURNU SÜRTSÜN. (Tirmizi)
Şükürler olsun ki ,babam hayatta olduğu müddetçe her defasın da ben sormadan ve helallik istemeden bana**** OĞLUM SENDEN HERZAMAN RAZI OLDUM.HAKKIMI HELAL EDİYORUM. **** Sözlerini duyduğum için hep huzurlu ve mutlu olmuştum.
Canım babam.Bende senden her zaman yaptıklarım için razı oldum.Hakkım zaten sende yok ve olamaz.Yine de hakkımı helal etmiştim.İnşallah Allah’ımızda her ikimizden de RAZI Olur.
SELVİ AİLESİ
Orhan SELVİ
12 Mart 2015